Qaraim languages and literatures and Karaism
- Qaraim languages and literatures and its Archive Blog Qaraim Tili
- QARAIM LANGUAGES AND LITERATURES ONLY
The Qaraim (Karaites) are a religious and cultural group made up of individuals who adhere to the tenets of the Old Testament of the Hebrew Scriptures alone. Their ethnic and religious roots have been a subject of ongoing discussions to the present day.
Over the centuries they have developed their own spiritual and secular literature, creating their own distinct dialects apart from the standard forms of the languages in the areas in which they've lived.
The question is still open as to whether these dialects can be considered independent languages, since they have their own written traditions. These dialects include: Qaraite Hebrew of Constantinople, Qaraite Turkic (several dialects of Crimea, Lithuania, Ukraine), Qaraite Arabic, Qaraite Aramaic, Qaraite Greek of Turkey and the Qaraite Persian dialects.
The number of literary works written in these dialects is enormous, and has hardly been explored. Due to the efforts of their religious opponents, such as the Pharisees, the Qaraim were labeled as an insignificant and unimportant sect.
Since the discovery of the Cairo Geniza, the Dead Sea Scrolls and the Avraham Ben Shemuel Firkovich collections, anthropologists and lingusts no longer consider the Qaraim as such anymore. Qaraim studies have become a hot topic in academic circles, but despite this recent revival of interest in the Qaraim, the linguistic and literary aspect of Qaraim culture remains largely unexamined. This blog is focused SOLELY upon research involving the examination and restoration of the LANGUAGES and LITERATURES of Qaraim.
Saturday, August 24, 2013
İstanbul Karayları-Bu ülkede üç kuşak kadın Kelebek korseyle inceldi-Rita Ender-Agos
Şavua Tov, Kali Evdomada, Bueno Semana, Aftañız yahşı bolsuñ,
Yom Terua(Roş Aşana) idrak edeceğimiz bu sayılı günlerin hayırlara vesile olmasını canı gönülden temenni ederim.
Bugün İstanbul Karay Cemaatimizin mensuplarından Çarlık Rusyasında ve Kırım'da Dedesi bir numaralı tütün tüccarı ve simsarı Baruh Kohen olan Sevgili İlya Avramoğlu (Kohen) ile Agos Gazetesi yazarı Rita Ender tarafından yapılmış olan 1 Haziran 2012 tarihli röportajı kendilerinin izinleriyle sizlere sunuyorum.
Bu Ülkede Üç Kuşak Kadın Kelebek korseyle inceldi
İnsanlar ölür, mekanlar yaşar. İnsanlar unutur, mekanlar hatırlatır. İnsanlar değişir, mekanlar değiştirilir. Ama eğer insanlar mekanların hafızasına saygı duyarsa, işte o zaman her şey canlı kalır. Türkiye'nin hafızası, tüm değişime rağmen sanki en çok Beyoğlu'nda canlı durur, İstiklal Caddesi'nde tazelenir. Bütün hesaplar burada görülür, tüm halk mücadeleleri için buraya gelinir. Öğrenciler de, eşcinseller de, işçiler de, feministler de, milliyetçiler de, polisler de burada bağırır. Yol üstündeki tüm dükkanlar ve sahipleri eyleme katılabilir, ama -'eylem'de mağdur da edilebilir. Tıpkı, 75 yıldır 433 numarada faaliyet gösteren Kelebek Korse Mağazası'nın başına geldiği gibi.
İstiklal Caddesi'nin 433. numarası, bugünkü İlya Avramoğlu (Kohen)'na büyükbabasından kalmış; büyükbabadan babaya, babadan oğula intikal etmiş. Fakat mekan üçünde farklı hatıralar bırakmış, çünkü tarihçi Marc Bloch'un söylediği gibi, 'İnsanlar babalarından çok zamanlarının çocuklarıdır.'
İlya Avramoğlu (Kohen), Beyoğlu'nun, Kelebek Korse Mağazası'nın ve korseci olmanın inceliklerini anlattı, biz de ona kulak verdik.
Bu dükkanın adı neden Kelebek Korse?
Hanımlar niçin korse kullanır? Daha zayıf gözüksünler diye. Korse giydikleri zaman kendilerini kelebek kadar hafif hissederler. Büyükbabam işte bunun için koymuş bu ismi.
Kelebek korsenin büyükbabadan toruna uzanan hikayesi ne?
Buranın kuruluşu 1936. Evveliyatı da var; 1920'li yıllarda Terkos Pasajında korse malzemesi dükkanı varmış. Rahmetli büyükbabam ve kardeşi beraber açmış orayı. 1930'larda Türkiye'de neredeyse tek bir fabrika yokmuş.Tekstil üretimide yokmuş, korse üreten de yokmuş. İstiklal Caddesinde dükkanlar varmış. Kendi makineleriyle ürettükleri malı satıyorlarmış. Tabii, mal üretmek için malzeme lazım; bel lastiği, kumaş, korse lastiği, jartiyer... O zamanlar korse lastikleri yurtdışından geliyormuş. Büyükbabam bu tip malzemeleri satıyormuş. 10 yıl kadar orada çalışmışlar. Sonra o dükkan boşalmış; 1936'da büyükbabam, büyükbabamın erkek kardeşi ve babam burada korse satışına başlamışlar. 14 yaşındaymış babam o zaman.
Caddeye çıkınca üretim yapmaya da mı başlamışlar?
Evet. Atölyeydi burası. Dört makine, beş-altı işçi çalışıyordu. Ismarlama korse ve sütyen dikiyorduk; külot şeklinde korse, paçalı korse, skandal korse dediğimiz bel korseleri, sütyenler, mideli sütyenler... O zaman sütyenlerin %90'ı poplin kumaştan üretilirdi. Elastikiyet pek yoktu. 1950'lerde Türkiye'de yavaş yavaş çamaşır üreten fabrikalar kurulmaya başladı. Bugün kü meşhur büyük firmalar o dönemde küçük atölyeler olarak işe baladılar ve sonra çok büyüdüler. Yani ufak ufak fabrikasyona geçildi. Yavaş yavaş dükkanlarda üretim azalmaya başladı. Toptan mal almaya ve o ürünleri satmaya başladılar. Biz yaklaşık 1980 yılında kadar üretim yapmaya devam ettik. Sonra iyi işçi bulmakta zorluk çekmeye başladık ve üretimi tamamen kapattık. Sadece babamla ikimiz kaldık dükkanda. Anlaşmalı olduğumuz, babamın iyi tanıdığı bir iki firma vardı, onlar bizim ürettiğimiz malları üretmeye devam ettiler. Halen de ediyorlar. Bazı modeller Türkiye'de sadece bizde var.
Üretimi durdurmak, neredeyse meslek değiştirmek gibi bir karar olmalı. Zor olmadı mı böyle bir karar almak?
Mecburiyetten... Bu dükkan kurulduğu zaman çok iyi işçiler vardı. Eğitimli, kültürlü kişilerdi, genelde ekalliyetlerdendi; Rum, Ermeni... Türk işçilerimiz de vardı. Onlar da kabiliyetli ve eğitimli insanlardı. Fakat ondan sonra İstanbul muazzam göç almaya başladı, nüfus anormal şekilde arttı. İyi işçi bulmakta büyük sıkıntı çekmeye başladık. 1981'de burada bir işçi kız çalışıyordu, uyuşturucu kullanıyormuş. Bir gün biri geldi, kızı saçından sürükleye sürükleye götürdü. Elinde silahı vardı, babam bir şey yapamadı. Ondan sonra, Ben artık işçi mişçi çalıştırmam, mümkün değil dedi, atölyeyi tamamen kapattık. İşçiler olduğu zaman hem üretim, hem de tadilat yapabiliyorduk. Tadilat için sütyen, korse gelirdi ve bundan ciddi para kazanırdık. Öyle olunca, ciddi bir maddi güç eksildi. Sonra İstanbul'un şartları değişti. Bu dükkan kurulduğu zaman İstanbul'un yegane alışveriş merkezi Beyoğlu'ydu. Herkes alışverişe buraya gelirdi ama yıllar geçtikçe İstanbul çok büyüdü, alışveriş merkezleri açıldı.
Bir de, burası trafiğe kapandı. Biz, aşırı şiman veya ortopedik problemleri olan insanlara da mal satıyoruz. Onlar arabayla gelirlerdi, bu imkan da ortadan kalktı. Bu şekilde de bir iş kaybına uğradık. Şimdi çok zor şartlarda ayakta durmaya çalışıyoruz. İstiklal Caddesi'nde kira bedelleri inanılmaz yükseldi. Biz kilisenin kiracıyız, kilise bizi iyi kötü idare etti ama şimdi bazı sıkıntılar yaşanıyor. Ne kadar ayakta duracağız, Allah'tan başka kimse bilmiyor.
Dükkanda hiç bir şey değiştirmeden devam ediyorsunuz...
Evet, bu dekor 1900'lerin başlarından beri boyle. Zaten böyleymiş, biz de dekoru aynen muhafaza ettik. Ben burayı bu haliyle çok seviyorum. Sırf dükkanı görmek için gelenler oluyor. Burada kapının önünde birkaç saat durun, bakın kaç kişi fotoğrafını çekiyor. Neticede tarihi eser gibi bir yer. Ellemeyi, yıkmayı filan hiç düşünmüyorum. Edebilirsek, aynen devam edeceğiz.
Dördüncü kuşak da baba mesleğini sürdürecek mi?
Benim oğlum bilgisayar mühendisi olmaya çalışıyor. Kızım daha çok küçük, ilkokulda. İlerisini bilemiyorum ama bugün ben tek başımayım. Babam çok yaşlandı, 90 yaşında, artık gelmiyor.
İnternet sitenizi siz mi hazırladınız?
Hayır, yeğenim Reha kurdu. Geliştirmeyi, oradan satış yapmayı da düşünüyor. Yeğenlerim ve oğlum Artık herkes internetten satıyor, sen niye satmıyorsun? diyorlardı. Başta biraz direndim ama sonra Tamam, kurun siteyi bir göreyim dedim. Daha çok yeni, çok küçük bir site www.kelebekkorsemagazasi.com. Ben anlamıyorum o işlerden. Ama şimdi yasal bir mecburiyet de var, her işletmenin internet sitesi olması lazım.
Burada yaşadıklarınızdan, sizde en çok yer eden anı hangisidir?
Babamın ve benim yaşadığım ortak bir anı var. Ben lisede okurken çok sert bir felsefe öğretmenim vardı. Astığı astık, kestiği kestik, karşısında laf söylenmez... Ben Galatasaraylıyım, felsefe dersinin olduğu gün de Galatasaray,Beşiktaş maçı vardı. Maç saat 2'deydi, ders 11'de. Ben maça gideceğim. Dersin ortasında kalktım, Hocam dedim, Ben gidiyorum, Allahaısmarladık. Nereye gidiyorsun? dedi, İşim var, benim gitmem lazım dedim ve fırlayıp çıktım. Bir arkadaşım da benimle beraber geldi. Maça gittik, Beşiktaş'ı 3-1 yendik. Ertesi gün okula gittik, Çağırdı bizi, Dün nereye gittiniz diye sordu. Maçtaydık dedik. Babanla görüşmek istiyorum dedi bana. Ne sinirli bir kadın ama, biliyor musun! Babam sizinle görüşmek istemiyor dedim ve ciddi bir şamar yedim suratıma. Akşam beni şikayet etmek için dükkana geldi. Babam kendisinden özür diledi. Sonra, kadın burada çamaşır prova etti, prova ederken de tansiyonu düştü bayıldı. Babam telaşlandı, ambulans çağırdı. Bayılan birinin suratına tokat atarsın ya, kendine gelsin diye, babam bir de tokat attı. Babam sert bir adamdı. Halbuki beni görse tokatlayacak, ne demek okuldan çık, maça git! Neyse, ambulans geldi, ayılttılar kadını. Babam akşam evde kulağımı çekti, fazla bir şey demedi. En büyük anılardan biri bu, çünkü hem dükkan, hem okul, hem maç, hem ben varım. Anonim bir anıdır bu.
Nasıl bir şey Beoğlu'nda esnaf olmak?
Ben çok seviyorum bu mesleği. Devamlı iletişim halindesiniz. İnsanlar geliyor, gidiyor. Eğlenceli bir yer burası; devamlı yenilikler var, hareket varç Sıkılma ihtimali yok.
Her şey hep Beyoğlu'nda başlıyor, Beyoğlu'ndan geçiyor...
Evet, yürüyüş olmadığı zaman Bugün ne kadar sakin diyorum. Her gün olumlu, olumsuz yürüyüşler yapılıyor. Bazen sıkıntı oluyor, bazen olmuyor. Siyasi yürüyüşler de oluyor. 12 Eylül'den önce ne çatışmalar yaşandı burada... İngiliz Konsolosluğu'nun bombalandığı gün korkunç bir patlama oldu. Hemen dışarı çıkıp baktım. Zaten beş gün öncesinde sinagogda patlama olmuştu, kardeşim ölümden döndü. Kapıda ölenler de oldu, Allah rahmet eylesin. Toz bulutu gördüm ve bir koku aldım, günre kokusu. Baba dedim, İngiliz Konsolosluğu gitti. Prada bir sürü tanıdığımız var. Levent Büfe vardı. Eskiden Rumlara aitti, sonra onların yanında çalışanlar aldı. Ordövr tabağı, sucuklu yumurta, sosisli çok güzel şeyler yaparlardı. Dedim, Herhalde öldüler. Karşısında dönerciler vardı, dişçimiz de oradaydı. Neyse ki hiçbirine bir şey olmamış ölmemişler. Ben en çok provokasyondan korkarım, çünkü bir provokasyon oldu mu kıyamet kopuyor.
6-7 Eylül 1955'te koptu da...
Ben daha doğmamıştım o zaman, 1961 doğumluyum. Babam buradaydı. Ciddi zarar gördük. Dükkanın duvarları balyozla kırılmış. O kırık parçalar hala duruyor. Beyoğlu ve Şişli bölgesinde Rumların evlerine girmişler. Çok büyük sıkıntılar, eziyetler yaşanmış ama bir,iki kişi dışında can kaybı olmamış. Ehven,i şer diye bir laf vardır ya... Çok insan mahvoldu. Artık konuşmanın manası yok. Burada 6-7 Eylül ile ilgili film çekmek istediler, izin vermedim. O konuya girmek istemiyorum, çünkü çok üzücü bir hikaye. Çok insan büyük sıkınıtılar, kahır dolu günler yaşadı. Bana p konuyu hep babam ve rahmetli babaannem anlatırdı. Bir de, politik olarak konulara fazla girdiğiniz zaman pek iyi olmuyor. Deşmenin bir faydası yok, kimseye. İyi günlerimiz de oldu, kötü günlerimiz de. Biz burada yaşadık. Silahlı çatışmalar gördük, evet, ama güzel törenler, resmigeçitler de gördük. Oturduğumuz semt de burasıydı, Meşrutiyet Caddesi'nde otururduk. Benim çocukluğumda 3 milyondu İstanbul'un nüfusu. 3 milyon dendi mi, Uuu, amma kalalabık derlerdi. Şimdi 20 milyona dayandı.
Müşteri ilişkileri açısından, 20 milyonluk şehir ile yıllar öncesinin şehri arasında nasıl farklar var?
Dağlar kadar fark var. 30'lu, 40'lı yıllarında hanımlarının mentalitesiyle bugünkü hanımların mentalitesi çok farklı. Giyim kuşam da çok farklı. Mesela o dönemde ipli korseler vardı, şimdi yok. Korselerin bir kısmı lastik, bir kısmı kumaştan yapılırdı. Lastik pek yoktu. Yılbaşından veya bayramlardan birkaç ay önce siparişler gelirdi ki o tarihlere yetiştirebilelim. Kadın,erkek ilişkileri de daha muhafazakardı, şimdi daha kolay oldu. Evli ya da nişanlı olmayan insanları kol kola göremezdiniz.
Sizin mesleğiniz biraz cinsellikle de ilgili, değil mi?
Tabii. Bayan- erkek iç çamaşırı sattığımız için cinselliğe de hitap eden bir meslek bu. Bunu, burada bayan tezgahtar olmadığı için fark ediyoruz. Bilhassa Arap müşterilerimiz oluyor, kapıda beni görünce çekip gidiyorlar. Çok alışkınım, bir sıkıntı yaşamıyorum.
-Yazısının yayınlanması hususunda gerekli razılığını veren Agos Gazetesi yazarı Rita Ender Hanımfendi çok teşekkür ederim.
-Fotoğraf www.ilovekaraims.com websitesinden alınmıştır
. İlya Avramoğlu(Kohen)'nu Litvanya'nın Trakay şehrinden ziyarete gelen bir grup öğrenci ile dükkanının önünde çektirdiği fotoğrafı.
Labels:
Agos,
Bene Mikra,
Dil,
İstanbul,
İstanbul Karayları,
Karaim,
Karaism,
Karaite,
Karaitika,
Karay,
Karay Dil,
Kelebek,
Kırım,
Kohen,
Korse,
Kuşta,
Qaraim,
Rita Ender,
Tütüncülük,
Yok olmakta olan diller
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment